Denize Koşan Atlar & Fetih Öyküsü
Davul ve tabların sağır eden sesleri arasında altışarlı sıra halinde girdiler içeri. Aman Allah’ım ne çoklar! Binlerce adam kalın ve demir nalçalı çizmeleriyle yeri dövüyor. Daha var mı? Var. Bu sesler Papa hazretlerine kadar gidiyor olsa gerek. Gidiyor. Ellerinde güneş ışıkları altında parlayan iki taraflı baltaları ile devam ediyorlar gelmeye. İsa aşkına! Bellerinde kazma, kürek ve çengler, omuzlarında küçük kargılar.
Daha var mı? Var. Yüzü bembeyazdı seyredenlerin. Kanları donmuş, titriyorlar. Hani Tanrının seçtiği kişiydi İmparator? Hani kilisenin ve doğru inancın koruyucusuydu? Hani Alplerin ötesinden, denizin öte kıyılarından gelip bizi kurtaracaklardı? Mavi ve altın işlemeli mozaiğinde, hani dünyanın ışığıydı İsa Mesih? Kılıç ağzı gibi bir rüzgâr, ölü bedenlerin kokusunu dağıtıyordu çevreye. Yeşil iri sinekler uçuşuyordu çevrede. Bu kez at üstünde süvariler gözüktü. Başlarında iri sarık, bellerinde kuşak içinde sarkıtılmış palalar. Atların çıkardığı sesler yeri göğü inletiyor. Daha var mı? Var.
Fethin ve Fatih’in öyküsü, bugüne kadar böyle hiç yazılmamıştı…