Ebu Graib Etkisi Batı Sanatında Şiddetin Kökenleri
İşkence, iktidar ve tahakküm görüntüleri kuşaktan kuşağa aktarılırken bu resimler hem görsel belleğin hem de fiziksel bedenin derinliklerinde gömülü durmaktadır. Ebu Graib hapishanesindeki işkence fotoğrafları, “bellekte saklanan bir miras”ın (pathos formula) ürünü olarak görülebilir. Ebu Graib hapishanesinde çekilen fotoğrafları gören pek çok eleştirmen, sanat tarihçisi ve diğerleri oldukça tanıdık gelen rahatsız edici bir şey gördü; ancak bunun ne olduğunu tam olarak hatırlayamıyor, bu şeyi adlandıramıyorlardı. Farkına varıpta çabucak unuttukları şey, aslında klasik sanat geleneğinin kilit derecede öneme sahip bir öğesiydi. Bugün de Amerikan popüler medyasında, genellikle daha başkalaşmış ve belirsiz biçimlerde olsa da bu öğe karşımıza çıkmaktadır. Bedeni, kendisine zulmedenin hazzı ve yücelmesi için bilinçli olarak yabancılaştırılan bir şey gibi gösteren bu mistik motif, Avrupa ya da Batı sanatının kabul edilmeyen ortak temelini oluşturur. Antik dönemden on dokuzuncu yüzyılın ortasına kadar varlığını sürdürmüş, on dokuzuncu yüzyılın sonları ve yirminci yüzyılda Avrupa ve Amerika’daki sanatsal ve kültürel üretimin en azından bir kısmından (modernist avangard) kaybolsa da, faşizmin yükselişiyle tekrar ortaya çıkmıştır. Geçtiğimiz yüzyılın ortalarında ve sonlarında kitle kültürüne yerleşmiş, sonrasındaysa –bir lanetmişçesine– devlet bürokratları, askeri yetkililer ve kültür endüstrisi tarafından ABD egemenliğinin zindanlarını kollayan ahlakı körelmiş kişilerin görsel hayal güçlerini değerlendirirken kullanılmıştır.
Bu kitaptaki amacım sanat tarihini sorgulamak, okurları Batı sanatı ve modern medya kültüründeki bilindik ve çok sevilen imge, nesne ve eserlerin baskıcı boyunduruğuna direnmeleri yönünde yüreklendirmek ve bu arada Batılı do-kunaklılık kaidesinin baskıcı ve araçsal otoritesine karşı çıkmış olan bir avuç sanatçıya saygı ve hayranlık duyulma-sını sağlamaktır.