İslam’dan Batı’ya Düşüncenin Yol Alışı
Avrupa kendine bir kimlik biçmiş, giderek bayılmış o kimliğe. Eski Yunanla modern Avrupa arasında bir süreklilik varmış. Bin yıl kadar uyuklamış Yunan bilgisi, sonra bir sıçrayıp Rönesans’a ulaşmış. Batı uygarlığının özelliği, akılmış. “Batı aklını” eski Yunan bulmuş, hıristiyanlık geliştirmiş. Yunan kültürünün apayrılığı, Batı’yı öteki uygarlıklardan üstün kılıyormuş. Eski çağdaki Yunanların ardından yalnızca Batılılar, aklı, düşüncenin ve dünya bilgisinin hizmetine vermiş.
Batı’yı başka kılan, rasyonalizme yatkın olmasıymış. Hem rasyonalizm, Batı’ya Yunan’dan miras yani onun hakkı imiş.
En hoşa giden düşünce, Doğu ile Batı arasında sızdırmaz bir duvar olduğu düşüncesi: Kültürler arasında uçurum var, deniyor. Son çözümde, beyinler arasında fark gözetiliyor.
Böyle bir fark gözetilince de, uygarlıklar çatıştırılır.
Ne var ki, arapça ve latince alanında yapılan araştırmalar derinleştikçe, felsefe ve bilimler tarihçileri anladılar ki, Yunan ve Arap çevre bilinmeden, ne “Rönesans” anlaşılabilir, ne de aklın evrimi. Orta çağ denilen yüzyılların Arap-İslam görünümü artık iyice ortaya çıktı. İki kültür öylesine ayrılmaz biçimde kaynaşmış ki yüzde yüz hıristiyan bir Batı hiç bir zaman olmamış.
Artık Avrupa’nın kültür yazgısı, apayrılığı tartışılıyor. Orta çağ “Batılı” değil, Arap-Latin bir Orta çağ. Arap-latin bilgisi de bir bütün.