Kırk Hikaye Bir Efsane İstanbul
Tarihe sığmayan bunca âşık, düşmüşse bir şehr-i mâşuk için sevda yollarına… Özlerken hem bu kadar yürek ve yüreklerin burnunda tüterken hasret… Ezanlar çınlarken yedi tepende tebessümle… Koynunda uyurken kimsesizler… Hem zalim hem mazlum sende büyüyüp yağmurunda ıslanırken… Işıklarında sirenler telaşlı koşup, denizinde martılar çığlık çığlık coşarken… Mahzun bekleyişler Ayasofya’nda kıyama durmuşken… Surların sessiz, sarayların ıssız bir duruşla tefekkürre dalmışken…
Sen zannedip de kendilerine yenilenlerin “ulan”ı, sesini duyma gayretinde olanların “aziz” şehri…
Hüzünlerimizi bıraktık caddelerine, özlemler yazdık tepelerine… Bunca şehir, belde, mazlum seni özlerken; seni duymayışlarımızı belki affedersin, affedersin de sana dökülen harflere yenilerini ekleriz diye…
Yazdık ey aziz İstanbul… Yazarsak, okuyamadıklarımızı belki okuruz diye… Hani belki Sultan Mehmed’in Fatih olduğu yaşları, hiç değilse şuncacık harfle de olsa ziyan etmeyelim derdine…
Ve olur da, buruk yüreklerimize inşirah olur diye…