Kliniğin Doğuşu
Klinik de bugün içlerinde yaşadığımız diğer kurumlar gibi ‘bir dizi tıbbî, yasal, dinsel, etik ve siyasal pratiklerin, karmaşık kültürel formasyonun şaşırtıcı gelişimlerinin ürünüdür’. Klinik bir kurum olarak ‘Tanrının yarattığı’ insan bedenine müdahale yetkisi verilen, hasarları, bozuklukları onaran, hastalıkları iyileştiren hekimlerin ve tıbbın mâbedidir. Tabiî hastanın da tamamen klinik yasalarına ve işleyiş tekniklerine teslim olduğu yerdir. Klinik, insan bedeni mühendisliğinin muazzam bir deney, öğrenim ve bilgi biriktirme mekânıdır.
“Tıp, daha insanlığın şafağında, her bir kibirli inançtan önce, her sistemden önce, kendi bütünlüğünde, insan bedenindeki ıstırapla, bu ıstırabı hafifleten şey arasındaki dolaysız ilişki sürecinin kendisiydi.
Klinik ise, tıp tarihindeki bütün olguları ve tıbbî zamanı (vakalar bilgisinin birikimleri) birbirine bağlayarak modern tıbbın 18. yüzyıl sonundaki doğumuna neden olmuştu.
Klinik, henüz bilinmeyen bir hakikati keşfetmeye yarayan bir araç değildir; daha önce ulaşılan bir hakikati düzenlenmenin ve onu sistematik olarak ortaya çıkmak üzere sergilemenin belli bir yoludur.
Kurum olarak klinik, kurulduğu ve düzenlendiği biçimiyle, önceden beri var olan tıbbî bilgi formlarından türemiştir; tıbbî bilgide kendi gücüyle genel bir değişikliğe yol açamaz, kendi kendine yeni nesneler keşfedemez, yeni kavramlar oluşturamaz ve tıbbî bakışı başka türlü düzenleyemez. Tıbbî söylemin belli bir biçimini geliştirir ve düzenler, ama yeni bir söylemler ve uygulamalar bütünü icât edemez. Klinik, zorunlu olarak birleşmiş olan iki nüfuz alanını kapsar: Hastanenin nüfuz alanı ve öğretimin nüfuz alanı. Tıbbî deneyin konusunun kolektif yapısı; hastane alanının kolektif karakteri: Klinik bu iki bütünlüğün buluşma noktasında yerleşmiştir.”