Osmanlı ve Ötekiler
Genellikle ışığın kaynağı, üretici olmak yerine yansıtıcısı, tüketicisi olmayı yeğleyen ‘aydınlara’ sahip toplumlardan biriyiz. Gelen ışığı sorgulamayan, gerçek bir ışık olup olmadığını anlamadan hesabına geçirenler aslında kendilerinden çok ait oldukları toplumlara kötülük yapmaktadırlar. Çünkü ışığın kaynağında görünenlerin gözlerine perde indiği, dünyayı açık seçik bir şekilde algılama yeteneğini yitirdikleri zaman yansıtıcı ya da tüketici konumunda bulunanların da bu süreçten kurtulmaları mümkün değildir. Özellikle sosyal bilimler/insan bilimleri yaratış ve bu alanda ışığı dünyaya yaymış olan toplumlar giderek yorulmakta ve yanılmaktadır, çünkü dünya toplumları evrensel bir konjonktürden etkilenseler bile herkes kendine özgü yerel bir tarihsel-toplumsal süreç yaşamak durumundadır. Herkes kendi sorunlarının reçetesini üretmek durumundadır. Artık “alan el” olmaktan kurtulmak ve yalnızca bize bu alanlarda bilimsel yöntem ve bilgiyi öğretenlere değil tüm dünyaya borçlu olduğumuz bilimsel bilgileri sunmak ve dünya toplumunun gelişmesine katkıda bulunmak zorundayız.
Simülasyon evreninde, gerçeklik evreninde yaşanan ve biten her şeyin anlamı tersine dönmektedir. Oysa görünümlerin egemen olduğunu söylediğimiz bu evrende: politik, ekonomik, toplumsal ve kültürel açıdan her şeyin eskisi gibi sürüp gitmekte olduğu gibi yanlış bir kanı vardır. Sanki hâlâ toplumsal sınıflar, bir çalışma ve üretim düzeni, bir fiyat ve ücret politikası ve nihayet yaşayan bir kültür var gibi görünmektedir. Bir zamanlar varolmuş tüm içeriklerin ve anlamların ölüp gitmediklerini kanıtlayabilmek amacıyla sistem olağanüstü bir çaba harcamaktadır. Kendi gerçekliğini yitirmiş olduğunu ve bu yüzden de sonunun gelmiş olduğunu kabul edememektedir.
Herşeyin birbiriyle yer değiştirdiği bu yeni dünya düzen(sizliği)nde Oğuz Adanır, geçmişi ve bugünü farklı bir perspektif üzerinden değerlendiriyor