Samuel Beckett’in Adlandırılamaz Tiyatrosu
Bu eser, “hoşa giden” tiyatro ile yolunu ayırmak isteyen Samuel Barclay Beckett’in tiyatro oyunlarıyla diğer eserlerinin ve kendi metinlerinden bizzat yaptığı çevirilerin derin ve ayrıntılı bir incelemesini içeriyor. Beckett “öteki” dilde yeni bir müzik bulmaya çalışıyor. Öz-çevirisi, dosdoğru hedefine giden bir ok gibi yayından fırlıyor. Müzik notaları gibi ele aldığı sözcükleri, kukla gibi oynatıyor. Beckett’in yazım tarzı caz müziğine, tiyatrosu da şiirsel-kültürel-dil(bilim)sel-felsefî bir potaya benziyor. Beckett tiyatrosunun kimliği, farklılığından ve kendini aşma istemi kadar tekrar içine kapanmak saplantısından kurtulma isteminden de yüzeye çıkıyor.
Yazar Beckett’i Batı kültürünün her alanına ve dönemine çengel atmış evrensel bir kültür adamı olarak görüyor ve öyle takdim ediyor. Kimler yok ki yardıma çağırdıkları arasında! Aristo’dan Adorno’ya, Binbir Gece’den Bergson ve Bram van Velde’ye, Cervantes’ten Camus’ye, Dante’den Deleuze ve Derrida’ya, Freud’dan Foucault’ya, Heraklit’ten Husserl ve Heidegger’e, Kitabı Mukaddes’ten Kant’a, Leonardo’dan Lacan’a, Molière’den Marivaux’ya, Platon’dan Proust’a, Rabelais’den Rafaello’ya, (aralarını kendiniz doldurabilirsiniz), Batı kültürünün tüm “ekâbiri” ve birçok başkaları, özgün alıntı ve yorumlarla konuya bağlanmış olarak, orada…
Beckett uzmanı Bruno Clément’ın önsözünde belli-belirsiz ima ettiği gibi, eğer Serpilekin, Beckett’le ve karakterleri ile kendisi arasında bir empati hissetmiş, belki kendini bir anlamda bir Beckett karakteri gibi görmüşse, hiç kuşkusuz diyorum ki, bu çalışmasıyla Beckett’e karşı gelerek “çömleğini kırmış”, Beckett dünyasından kendini kurtarmıştır.
Her şey bir tarafa mükemmel bir Beckett biyografisi sunuyor bu kitap.