Türkiye’de İşçi Sınıfı 1908-1946
Türkiye’de sosyal ve beşeri bilimler, 1960’lı ve 70’li yıllarda Aydınlanmacı bir “modernite” paradigması ışığında gelişmişti. Bu evrede “sosyal”in ayrı bir ağırlığı vardı ve “sınıf” kavramı Türkiye ve dünya çözümlemelerinde yoğun bir biçimde kullanılıyordu. Batı’da kapitalizm altın çağını yaşamış, refah devletini belirli bir noktaya taşımıştı. Her türlü sınıf çelişkisine rağmen, emekçi kesim bu refahtan görece payına düşeni almıştı. Ancak, 70’li yılların ilk yarısında Bretton Woods’un çöküşü, petrol krizi ve stagflasyon sonucu “refah devleti” tökezledi. “Sosyal devlet”in yük giderek altından kalkılamayacak bir düzeye ulaşmış, sürdürülebilirliğini yitirmişti. Hayek’in, Friedman’ın, neo-liberal anlayışın yıldızı bu tarihlerde parladı. Reagan, Thatcher bu tarihlerde iktidar oldular. Dünya ekonomik düzeninde bu denli köklü dönüşümlerin yaşandığı bir evrede sosyal ve beşeri bilimlerin bundan etkilenmemesi olanaksızdı. Böylece “modernite”den “post-modernite”ye geçildi. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de bunun etkileri görüldü. 24 Ocak ve 12 Eylül ertesi “post-modernite” ile birlikte “sosyal”den “kültürel”e kayılıyordu. Artık bilim çevrelerinde “sınıf” kavramı dışlanıyor, yerini “kültür kodları”, etnik ve dinsel ayrışmalar alıyordu. Bu sürecin olumsuz etkileri özellikle çalışanların üzerinde görüldü. Etnik ve dinsel çatışmalar su yüzüne çıkar(ılır)ken örgütlü sendikal yaşam büyük darbe yedi. Türkiye’de İşçi Sınıfı 1908-1946 ile emeğiyle geçinen bir “sınıf”ın doğuş öyküsünü gündeme getirerek Aydınlanma’ya olan inancımızı bir kez daha vurgulamış oluyoruz.
Zafer Toprak