Özgürlük Yanılsaması – Rousseau ve Marx
Kapitalizm, bireysel özgürlüğün son durağı mı? Liberal kuramcılar diyor ki: “Serbest piyasa ekonomisi, belki eşitlik, kardeşlik ve adalet sağlayamıyor ama hiç olmazsa özgürlüğü garanti altına alıyor.” Özgürlüğün, tüketicilerin marka seçme özgürlüğüne ya da soyut vatandaşların eşit yasal haklarına indirgenemeyeceğini düşünüyorsak, liberalizmin ilk eleştirmenlerinden Rousseau ve Marx’ın alternatif özgürlük anlayışlarından hâlâ öğreneceğimiz çok şey var.
Çoğumuz, ya özgürlüğü kuralsızlık olarak tanımlayıp, mutlak özgürlüğün hiçbir toplumda var olamayacağını düşünüyoruz, ya da özgürlüğü “özel alan” içindeki serbestliğe indirgeyip, kendimizi özgür hissetmenin özgür olmak için yeterli olduğuna inanıyoruz. Peki, ya Rousseau’nun iddia ettiği gibi ayağımızdaki zincirleri halhal zannedip çiçeklerle süslüyorsak? Özgürleşmenin ilk adımı, şu anda neden özgür olmadığımızı kavramaktan geçiyor.
Modern toplumda içine düştüğümüz “özgürlük yanılsaması”nı açıklayan Rousseau ve Marx, özgürlüğün ihtiyaçlarla ilişkisine dair iki farklı tez öne sürüyor. Rousseau’ya göre, uygarlık, arzuları ve bağımlılıkları artırdıkça toplumlar yozlaşır ve insanlar farkına varmadan özgürlüklerini kaybeder. Özgürlüğün koşulu “yapay arzular”dan kurtularak yetenekler ve ihtiyaçlar arasında denge kurulmasıdır. Oysa Marx’a göre özgürleşme ancak ihtiyaçların artması ve insancıllaşmasıyla mümkündür. Bütün ihtiyaçlarımızı para ihtiyacına indirgeyen “meta fetişizmi”nden kurtulma mücadelesi, yabancılaşmanın aşılmasının da önünü açar. Bu kitap, “Biz kimiz? Nereden geldik? Nereye gidiyoruz? Nasıl özgürleşebiliriz?” sorularının peşine düşen herkesi düşünsel bir yolculuğa davet ediyor.